Ödül ve Cezanın Çocuk Gelişimine Etkileri
Klasik eğitim sisteminden geçmiş olan bizler, aldığımız eğitim boyunca birçok yerde ödül veya cezaya maruz kaldık. Öğretmenlerimizden gördüğümüz bu metotlar, zamanla bize doğrusunun bu olduğu kanısını yerleştirdi. Aslında en başından alacak olursak; içine doğduğumuz dünya anne-babamızdan aldığımız eğitimde, bebeklikte yemek yedirilirken, tuvalet eğitimi verilirken, uyku düzeni sağlanmaya çalışılırken, okul ödevleri yaptırılmaya çalışılırken veya alışverişte yapmamamız gereken hareketler söylerken, misafirlikte uygulanması gereken tutum öğretilirken ve büyük akrabaları ziyarette yapılmaması gereken davranışlar öğretilirken, kimi zaman ödülle motive edilmeye ya da ceza ile tehdit edilmeye alıştık. Her ne kadar aileden, okuldan ve çevreden aldığımız eğitimlerde bazı yanlışlıkları yetişkinliğe geldiğimizde fark edip, “Ben bunu kendi çocuğuma yapmayacağım.” desek de içgüdüsel olarak “Anne ve babamdan aldığım metot en doğrusudur.” diyerek fark etmeden bizlerde bu döngüye katıldık. Ve böylece çocuk eğitimi metotları zamana göre bazı değişikliklerle, ama aynı temelle nesilden nesile aktarılarak devam etti.
Ödül ve Cezanın Bu Kadar Dirençli Şekilde Eğitimimize Yerleşmesini Sağlayan Nedir?
Bu soruyu düşündüğümüzde aklımıza davranışçı ekolün en güçlü olduğu yıllar, yani 1970’ler gelebilir. Pavlov’dan ve Thorndike’dan etkilenen Skinner, ödül vererek farelere ve güvercinlere birçok davranışı öğretmiştir. Hatta o yıllarda yaptığı deneyler Amerika’da öyle ünlenir ki bulunan diğer sahalar, “Acaba biz bunu kendi alanımızda nasıl değerlendirebiliriz?” arayışına girer. Amerikan ordusu Skiner’a savaşta güvercinleri kullanarak radara yabancı bir madde yakalandığında düğmeye basmayı öğretmesini ister ve Skinner bunu başarır. İzleyen zamanlarda eğitim dünyasında da bu yöntemle hayvanlara birçok davranış öğretilebiliyorsa aynı yöntemi biz okullarda çocuklar üzerinde niye kullanmıyoruz fikri alevlenmeye başlar ve böylece davranışsal ekol okullara da girer. 1800’lerde ödül okullarda aslında zaman zaman uygulanmaktadır. Fakat bu ekolle birlikte sistematik olarak eğitim aracı halini alır. Tüm sistemler bu ekolle tıkırında gibi işlerken, birden aykırı bir ses yankılanmaya başlar eğitim camiasında. Aslında ödülün eğitimde yani insan üzerinde etkili bir yöntem olmadığını, görünürde faydalı gibi gözükse de aksine çocuklara çok büyük zararlar verdiğini söyleyen bir ses. Bu ses Prof. Edward Deci ve Prof. Mark Lepper’den gelmiştir. Ve bu iki profesör birbirinden habersiz olarak tezlerini ispatlamak için çoktan yapacakları deneyler için kolları sıvamaya başlamıştır bile.
Prof. Edward Deci Deneyi
Yıl 1971 Edward Deci yetişkinlerle bir deney tasarlar. Üniversite öğrencilerini iki gruba ayırır, her iki gruba legolar verir. Fakat bir farkla… Bir gruba legolarla oluşturacakları her anlamlı şekil için ödül olarak para verir, diğer gruba hiçbir şey vermez. Öğrenciler legolarla uğraşırken süre tutar ve acaba hangi grup daha uzun süre legolarla uğraşacak diye bakar. Beklendiği gibi ödül alan grup legolarla daha uzun süre uğraşır. Ve deneyin bir de ikinci kısmı vardır. Deney tamamlandıktan sonra öğrencilere deney tamamlandı denerek farklı bir odaya alınır. Bu odada Legolar ve dergiler, bazı farklı nesneler de bulunmaktadır. İsterlerse legolarla, isterlerse dergilerle uğraşabilecekleri söylenir ve deneyin ikinci kısmı başlar. Ve bu defa işler değişir. Daha önce legolarla şekil oluşturmak için ödül alan grup legolarla nerdeyse hiç oynamazken, ödül verilmeyen grup dergi yerine legolarla uğraşmaya devam eder.
Prof. Mark Lepper Deneyi
Mark Lepper de benzer bir deneyi çocuklarla yapıyor. Lepper anaokulu çocuklarını üç gruba ayırıyor ve onlara renkli boya kalemleri veriyor. Onlardan bir resim çizmelerini istiyor. Birinci ve ikinci gruba ödül olarak kurdeleli ve yıldızlı sertifikalar veriyor. Birinci gruba boyama yaptıklarında ödül vereceğini söylüyor ama ikinci gruba etkinlik sonrası ödülü sürpriz olarak veriyor. Üçüncü gruba ise hiçbir şey vermiyor. Ve sonuç benzer. Ödül alacağını bilen çocuklar resimle daha çok uğraşıyor. Fakat bir de deneyin ikinci kısmı var. İki hafta sonra bu çocuklar boya kalemleri ve farklı oyuncakların bulunduğu bir odaya alınıyor. Gruplar gizli
camın arkasından izleniyor. Sonuç şu ki; daha önce ödülle boyama yapan gruba kıyasla, ödül almayan grup boya kalemlerine daha çok ilgi gösteriyor ve aynı heyecanla uğraşıyor.
Bu iki deney eğitim dünyasında büyük bir tartışmaya neden oluyor. Çünkü klasik olarak kullanılan yöntemlerin aslında hiç de sanıldığı gibi faydalı olmadığını ispatlar nitelikte sonuçlar ortaya çıkıyor. Bu deneyler bir şeyi daha gösteriyor. Çocuğun bir etkinliğe karşı ilgisi varsa, ona ödül verilince çocuğun var olan iç motivasyonu da sönüyor. Ayrıca ödül ve cezanın bireyin üzerinde bir kontrol mekanizması oluşturduğu ve çocukta, “Sürekli davranışının öncesi, sırası ve sonrası kontrol ediliyor, ancak işler yolunda giderse istediğime ulaşabiliyorum.” fikri hakim oluyor. Olaya bir de gelişimci gözüyle bakarsak Erikson’un kişilik gelişim dönemlerinden, bebeğin 0- 2 yaş dönemi temel güvene karşı güvensizlik dönemidir. Bu dönemde bebeğin koşulsuz sevgiye ihtiyacı vardır ki bağlanması güvenle sağlanabilsin. Fakat bu dönemde verilen mamayı yemeyince, uyuması gereken zaman uyumayınca gibi benzer durumlarda kullanılan ödül ve ceza, bebekte koşullu sevgi duygusunu uyandıracaktır. Ve güvensiz ve koşula bağlı sevildiği hissi yerleşecektir.
2-4 yaş döneminde özerkliğe karşı kuşku ve utanç döneminde olan çocuklar yeni yeni yürümeye, konuşmaya, tuvalet kontrolüne başlayan çocuk, çevresini keşfe kendisini adamışken çevresinden en çok da yanlışında da doğrusunda da yanında olan destekçilerini görmeye muhtaçken, “Yalnızca doğru davranışlarında ödül verilecek ve yanlışında cezalandırılacaksın!” olgusu çocukta çok büyük geri çekilme ve cesaretinde sönmeye neden olacaktır. Ve bu dönemde her koşulda kabul gören çocuğun hem kendine hem de çevresine güveni oluşacaktır veya aksine hem kendi hakkında hem de çevresi hakkında kuşkuya düşecektir.
4-6 yaş evrelerinde ise çocuklar girişimciliğe karşı suçluluk dönemindedir. Keşif ve merak düzeyleri çok fazladır. Çocukların özellikle bu dönemde cinsiyet kimlikleri üzerine çok fazla merakları ve soruları olabilir. Bu dönemde çocuğun soruları katı ve cezalandırıcı şekilde karşılanırsa, çocukta suçluluk duygusu hakim olmaya başlayıp girişkenliğinde kırılmalar yaşanacaktır.
6-12 yaş evresindeki çocuklar başarıya karşı aşağılık dönemindedir. Ödül ve ceza metotlarının çocuklara en sık uygulandığı dönem bu dönemdir. Çocukta okulla beraber başarı isteği artar. Ve başarı duygusunu tattıkça kendine güveni artıp bu duyguyu daha fazla yaşamak için okul sorumluluklarına daha çok odaklanacaktır. Başarılarında takdir görme ve başarısızlıklarında da doğru yönlendirmelerle motive olmaya ihtiyacı vardır. Çocuğun ihtiyaçları tam destekle karşılanıp aşağılık hissine kapılmaması sağlanmalıdır. Çocuğun çabası sonucunda elde ettiği başarı hissi çocukta zaten bir sonraki görevde çabalamaya motive edici unsurdur. Fakat mevcut iç motivasyon varken çocuğa verilen ödül çocukta dengesizlik oluşturup ödülün çekiciliği ile istenen davranışı yapmasını sağlarken, pekiştireç olarak verilen ödül ilk günkü etkisini hissettirmediğinde çocukta davranışı bırakmasına neden olacaktır.
Veya tam tersi, çocuktan beklenen davranışı çocuk gerçekleştirmediğinde kullanılan ceza, çocukta aşağılık hissine, “Zaten yapamıyorum.” kompleksine neden olacak ve çocuk da “Cezaya katlanayım ve benden beklenen davranış için çabalamayım ki bu değersizlik hissinden kaçayım.” fikrini oluşacaktır. 12- 18 yaş evresinde olan çocuklar kimlik kazanımına karşı kimlik kargaşası dönemindedirler. Bu dönemdeki çocuklar, ergenlik yıllarında anne-baba etkisinden kurtularak ayrı bir birey olma hissini yaşamak isterler. “Ben kimim? Var oluş amacım ne? Hedeflerim ne?” benzeri arayışlarla kimliğini oluşturmaya çalışırlar. Bu dönemde anne-baba çocuklarının bağımsızlaşma çabasından endişe duyarak çocuklarıyla çatışmaya girebilirler. Bu evrelerdeki çocukların en temel ihtiyacı, bu yaşa kadar anne-babalarından ve çevrelerinden aldıkları eğitimin sınırları içinde kendilerine artık seçme hakkının verilmesidir.
Özgürce seçim yapmasına izin verilmesidir. Aksi takdirde çocuk üzerinde uygulanan kontrol metabolizmaları, çocukta seçme hakkının olmadığı ve değersizlik hissine düşmesine neden olacaktır. Ödülle bir işin yaptırıldığı gruplarda bireyler arasında rekabet oluşacaktır ve rekabet karşı gruplar arasında düşmanlığa neden olacaktır. Yaptırılmak istenen işin değerini düşürüp yalnızca ödül için verilen bir çabaya dönüşecektir. Ödülü kazanamayan çocuklarda değersizlik hissi ve kabullenilmiş çaresizlik gelişirken, ödülü sıklıkla kazanabilen çocuklarda narsisizm gelişebilir. Veya çocuk ödülü zaten kazanamayacağını düşünüyorsa çabalamaya bile gerek duymayabilir. Normal şartlarda çocuk hangi gelişim aşamasında olursa olsun, bir çaba sonucunda elde edilen başarı haz verir. Çocuğa çevresinden verilen destek ve doğru yönlendirmelerle çocuk performansının bir üstü için çabalamaya teşvik edilir ve çocuk başardıkça gelişir, geliştikçe başarır. Bu döngüyü ve iç denetimi yakalayan çocuk ve aileler aslında ödül ve cezaya hiç gereksinim duymazlar.
Peki Tüm Bu Gelişim Engellerine Rağmen Sistemde Ödüle Ve Cezaya Neden Devam Ediliyor?
Aslında bu metotlar işin en kolay çözümüdür. Çocuk eğer bir davranışı yapmak istemiyorsa, eğitimciler veya aileler sorunun kök nedenini çözümleyerek sağaltıma gitmek yerine, ödül veya cezayla problemi yalnızca görünürde çözmüş olurlar. Böylece aileler üzerine düşen sorumlulukları yaptıklarını düşünerek kendilerini rahatlatırlar. Ama gerçekler şudur ki; tüm sorunlar bir süpürgeyle paspasın altına gizlenmiştir yalnızca. Benimsediğim kuramcım Albert Bandura’dan sizlere daha önce de bahsetmiştim. Bandura der ki; “Çocuklar davranışı ödül, ceza veya övgü gibi pekiştireçlerle öğrenmez. Çünkü çocuklar pekiştirilmeyen birçok davranışı kendisi yapar ya da pekiştirilerek öğretilen davranışları bir süre sonra bırakabilir.
Çünkü çocuklar modelle, taklit ile öğrenirler.” Çocuktan beklenen bir davranışı çocuk yapmıyorsa, örneğin kitap okumuyorsa aslında aileye bakmak gerekir. Çocuk ne zaman tanıştı kitap okuma fikriyle? Yalnızca okula başladığında öğretmeninin verdiği bir ödev miydi? Yalnızca ödül için yapılan bir eylem mi? Ya da tam tersi anne-babanın da sık sık okuma yaptığına şahit olduğu, insanların zevkle ve ilgiyle yaptığı bir etkinlik mi? Çocuk çevresinden görmediğini yapmaz ve gördüğünü de taklit eder. Ve hiç unutulmamalıdır ki; çocuklar kulakla değil gözle eğitilirler.
Çocuklara iç motivasyon kazandırmak istiyorsak eğer, onların bulunduğu gelişim dönemi ihtiyaçlarını iyi bilerek ve anlayarak ilk adımı gerçekleştirebiliriz. Çocuğun bulunduğu seviyenin bir üst seviyesinde görevler vererek ve süreçte ona destek olarak gelişimi tatmasını sağlayabiliriz. Temelde verilmesi gereken ödül değil, doğru geri bildirimdir. Yani güzel giden bir süreçte çabaya ve niyete vurgu yapılarak bir üst seviye hedef gösterilir. Sonuçta elde edilen ürün değil, süreç desteklenerek sonuç ne olursa olsun her zaman yanındayız mesajı verilir. Çocuğun süreçte kendi kendini değerlendirmesi ve sorumluluk alması öğretilir. Böylece ödülün veya cezanın varlığında da yokluğunda da çocuk fark etmeksizin kendi hedefleri doğrultusunda kapasitesi ve ilgisi doğrultusunda çabalayacak ve başarıya ulaşacaktır.
Son olarak unutulmamalıdır ki rutinler her gelişim evresinde çok önemlidir. Bebeklikte; beslenme, uyku, çocuklukta; arkadaş ilişkileri, iletişim şekilleri, eğlenme vakitleri, okul çağında; uyku saatleri, ödev gibi sorumluluklar ve benzeri dönemsel gereksinimler çocuğun bireysel farklılıkları doğrultusunda oluşturulmalıdır. Böylece çocukta güven duygusu hakim olacak ve belirsizlik yok olacaktır. Bunula birlikte bu düzen ve sınırlar dahilinde çocuğa seçme hakkı tanınarak demokratik bir aile ortamıyla dönemsel olarak ortaya çıkabilecek gelişimsel çatışmalara bir erken müdahale sağlanmış olunacaktır. Kısacası ödül, gelişimi ve öğrenmeyi olumsuz etkiler. Mevcut potansiyele de ket vurur.
Anne üzerine diğer makaleler için tıklayın
Çocuk üzerine diğer makaleler için tıklayın